29 Mayıs 2015
Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör ile Serhat Akça'nın canlı yayın konuğu oldu.
Samsun’da yayınlanan programda seçim çalışmalarından Yeni Türkiye’ye, muhalefetin vaatlerinden medyanın tutumuna kadarç kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulunan Bakan Çağatay Kılıç’ın sorulara verdiği cevaplar şöyle:
Hemen sahayla başlayalım seçim atmosferinde son günlerdeyiz. Milyonlar sandık başına geçecek. Ama özellikle gençlerle ilgili bir şey sormak istiyorum. Gençler sandık başına gittiğinde neye göre oy kullanmalı. Oy kullanırken neleri dikkate almalı?
Gençlerimizin, ülkemizin ve kendilerinin geleceğini düşünerek ama aynı zamanda bugüne kadar yapılanlar ve kendilerinin bugüne kadar yaşamış oldukları tecrübelerle oy kullanacaklarını düşünüyorum. Yani şu anlamda bunu söylüyorum; onlar kitaplarını sıralarının üzerinde buldu. Eve gittikleri zaman ebeveynleri onlara dediler ki: “Siz çok şanslısınız. Bizim zamanımızda bu böyle değildi. Biz kitaplarımızı arardık. Okul kitaplarımızı bulamazdık.” Herhangi bir sağlık sıkıntısı olduğunda onlar ebeveynleri gibi hastane sırasında beklemek durumunda kalmadılar. Kendileri hastaneye gittiklerinde sıra beklemeden hem muayene olabildiler hem ilaçlarını aldılar. Ama bunları dinlediler büyüklerinden.
Türkiye’de parlamenter sistem tehdit edildiği zaman ve parlamenter sistemin sandıktan çıkan sonucuna karşı bir tehdit unsuru oluşturulduğu zaman dik duran bir siyasi iktidarı gördüler. Dik duran bir başbakan gördüler, dik duran bir iktidar partisi gördüler. Ve bunu gördükten sonra da Türkiye’de parlamenter sisteme artık müdahale olamayacağını bildiler. Ama onlara ebeveynleri şunu anlattı: “Bizim zamanımızda böyle değildi. Bizim zamanımızda tehdit edildiğinde kaçıp gidenler vardı.” Dolayısıyla bunların hepsini görüyorlar. Bunları gördükleri zaman şunu düşünecekler, önümüzdeki dönem İnşallah 18 yaşında olan gençlerimiz bu yarışa katılabilecekler. Hatırlayın AK Parti iktidarları hükümet olduklarında Türkiye’de seçilme yaşı 30’du, daha sonra biz bunu 25’e düşürdük. Şu anda da 18’e düşürmek üzere Anaya Komisyonumuzda ki o gün hükümeti temsilen ben bulunuyordum komisyonda. Bu tasarıyı geçirmek suretiyle ilk adımlarını attık. İnşallah önümüzdeki 25.dönem parlamentosu bunu getirecek. Ve tabi gençlerimiz bizim onlara olan güvenimizi, muhabbetimizi de gördü. Çünkü muhalefette olan siyasi parti mensubu bir milletvekili Meclis'te sağına ve soluna 18 yaşında iki delikanlıyı aldı ve çıktı “Bunlar mı memleketi yönetecekler? Bunlar mı ülkemizi yönetmek üzere talip olacaklar?” diye onları çok onur kırıcı bir şekilde resmetti. Onların yüreklerini kırdı. Hâlbuki biz, hazırlık yapıyoruz hafta sonu İstanbul’un Fethi’nin yıldönümünü kutlayacağız. Yine ecdadımız 21 yaşında bir çağı kapatıp bir çağı açmış. Bir şehir fethetmiş. Fetih yapmış. Bununla ilgili çalışmalarına da çok erken yaşta başlamış. Ama bugün bazı partiler, bazı siyasiler diyor ki “18 yaşında bir kişi parlamentoya mı girermiş, böyle bir hakkı mı olurmuş?” Neden biz bunları konuşuyoruz? Neden bu gençlerin önünü kapatıyoruz?
-Neden önünü açıyorsunuz? Tamam, bahsettiğiniz manzara gerçekten çok onur kırıcıydı. İki tane genci yanınıza alıp “Bunlar mı ülkeyi yönetecekler demek kadar onur kırıcı bir tablo olamaz ben de aynı kanaatteyim sizinle. Ama siz neden 18 yaşındakilerin ülkeyi yönetmesinin önünü açıyorsunuz? Sizin gerekçeniz nedir?
Biz gençlerin önünü açarken şunu diyoruz: 18 yaşında seçme hakkınız var. 9-10 gün sonra gençlerimiz ve bütün milletimiz sandığa gidecek. 18 yaş üstü olan herkes oy kullanacak. Bu hakka sahip.Gidecek oyunu kullanacak ve ülkemizin geleceğiyle alakalı yönetim konusunda kararını verecek, katkısını sunacak. Zaten zor olan seçmektir. Çünkü siz vereceğiniz oyla ülkenizin geleceğine yön veriyorsunuz. Parlamentonun oluşmasında söz sahibisiniz. Dolayısıyla burada zaten zor olan yapıldığı için seçilmek bu işin tabiri caizse daha kolay tarafı. Bütün meclis 550 milletvekilimizin de 18 yaşında olacağını söylemiyoruz. Değil tabii ki. Bu bir yarıştır zaten. Ama mademki her kesimin temsil edileceğini söylüyoruz ki şu anda parlamentomuzda çok şükür bu dönemin ortasından itibaren her kesim temsil edilmeye başladı. Bunu da şu anlamda söylüyoruz, ülkemizde başörtülü milletvekilleri de artık mecliste vatandaşlarımızın temsilini gerçekleştiriyor. Vekalet görevlerini yerine getiriyor. Bu da elhamdülillah sağlandı. Bu anlamda da mutluyuz. İşte son adımda 18 yaşında oy verme hakkı olup yarışa girenlerin içerisinden ipi göğüsleyenler olacak, göğüsleyemeyenler olacak. Ama mecliste en azından bu hakkın varlığı ve temsilinin olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
-Peki sandığa giderken dış politikadan biraz bahsedelim. Şöyle ki, siz özellikle dış politikayı çok yakından takip ediyorsunuz. Hem yurt dışında da bir bağlantınız olduğu için. Geçmişte eğitiminiz, yaşama döneminiz var İngiltere’de bulundunuz. Almanya hikayesi var. Dolayısıyla şunu merak ediyorum. Türkiye 15 yıl önce nasıl bir yerdeydi Dünya politikasında, bugün nasıl bir yerde? Çünkü gençlerin vizyonu için bu da önemli diye düşünüyorum. Bunu nasıl görmeli ve yorumlamalıyız?
Size kişisel bir tecrübemi aktarayım. Bu noktada iyi bir cevap olacağını düşünüyorum. Ben evet yüksek öğrenimimi İngiltere’de yaptım, siyaset ve ekonomi okudum. Siyaset içerisindeki derslerimden bir tanesi Avrupa Birliği Siyaseti ve Ekonomisi idi. Bu dersimize gelen hoca Yunan asıllı bir hocaydı. Bir gün Avrupa Birliği’nin genişleme süreci, Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili nasıl bir yol çizileceği, nereye doğru gideceği, kaç üyeli bir birliğe doğru evrileceği… Bu tip teorik konuları konuşurken Türkiye konusu dile geldi. Orada hocayla bir görüşme içerisindeyken tabi Türkiye ile alakalı sorular da sordu. Yani Türkiye’nin üyeliği önündeki engeller nedir? Neden acaba üyelik tarihi alamama konusunda bir sıkıntı yaşanmakta? Tabi değişik çeşitli argümanlar ortaya kondu. Ben de bazı argümanlar ortaya koydum. Fakat hiç unutamam, ortaya konan argümanların hiçbiri değil dedi. Döndü dedi ki: “Siyaset sivil olmadığı sürece Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi mümkün değil.” Sene 1996. Birçok konuşmaların içerisinde genel hava şu yöne doğru evriliyordu: Türkiye’nin Avrupa Birliği ile alakalı üyelik konusunu dile getirmesi dahi çok uzun seneler alacaktır. Zaman döndü dolaştı, biz mezun olduk. Farklı görevlerde bulunduk. Daha sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı dönemi içerisinde kendisiyle beraber orada özel kalem olarak hizmet etme şansımız oldu. Biz Avrupa Birliği’yle müzakere tarihi aldık ve müzakerelere başladık. Tabi bu gelişmeler yaşanırken benim aklıma 1996’daki yaşadıklarım geldi. O zaman konuştuklarımız, dile getirdiklerimiz ve o zaman orada hissettiklerimiz. Yani oradaki bütün öğrencilerin hiçbir şekilde -tabiri caizse- bıyık altından gülerek “Zaten Türkiye’nin Avrupa Birliği falan, hani üyelikmiş…” Ama şu an konuştuğumuz şey çok farklı. Biz şimdi ne diyoruz? Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı olan sorumluluklarını yerine getirmiyor diyoruz. Türkiye öyle bir noktaya gelmiş ki biz müzakere ediyoruz, tam üyelik müzakeresi içerisindeyiz ve bu noktada ilerliyoruz. Bence bu genel anlamda zaten ortaya ciddi bir tabloyu koyuyor.
-Peki buradan şöyle devam edelim; siz kendinizi ifade ettiniz. Sayın Cumhurbaşkanımıza oldukça yakın çalıştınız. Söylediğiniz tecrübeniz var. Bu günlerde özellikle seçim sürecinde hızlanan bir tuhaf eleştiri zinciri var. Yani New York Times’ta, Financial Times’taimzalar da genelde aynı oluyorlar ama her nedense Türkiye’de bir baskı rejimi bir dikta rejimi, Türkiye başka bir yere gidiyor algısına dair bir çaba var. Söylediğiniz mesafeyi kaybetti mi Türkiye yoksa başka bir, tırnak içinde “tezgah mı var”?
Ben yine kişisel tecrübelerimden örnek vermek istiyorum. Yurt dışında bazı şeyler geçmişte yaşandığı zaman, Türkiye ile alakalı konular gündeme getirildiğinde biz hep şunu hissederdik: Niye devletimizin temsilcileri müdahale etmiyorlar? Neden buralarda sesini yükseltmiyorlar? Yaşadığım için, gurbette olmanın ne demek olduğunu bildiğim için bunları çok iyi tahayyül edebiliyorum. Yurtdışı misyonlarımızın, büyükelçiliklerimizin, başkonsolosluklarımızın, oradaki vatandaşlarımızın yaşadıkları bir süreçle birlikte, temsilimiz anlamındaki şeylere baktığımız zaman 2002’den beri süre gelen bir süreç var. Avrupa Birliği süreci var ve bu noktada bir tarih alınması ve yürümesi söz konusu. Bir anda nedense yurtdışındaki bir takım çevrelerin sanki düğmeye basılmışçasına, bir takım gazeteler, dergiler Türkiye aleyhine, özellikle AK Parti aleyhine ve özellikle Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımız aleyhine bir kampanya başlattılar. Kampanya diyorum çünkü, her gün de olumsuz bir şey yazılmaz, her gün de bir olumsuzluk olmaz ki. Basın özgürlüğü deniyor değil mi? Türkiye’de çıkan büyün günlük gazeteleri alalım önümüze koyalım. Birinci sayfalarına ve manşetlerine bakalım. Kaç tanesi manşetinde Türkiye ile alakalı olumlu yayın yapıyor veya kaç tanesi hükümetin aleyhinde olumsuz bir yayın yapıyor. Hatta hakarete varan manşetler, haberler ve hatta yalan haberler kullanıyor. Bunu gösterdiğimizde zaten işin ne noktada olduğu ortaya çıkacaktır. Ben bakanlık görevi öncesi AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısıydım. Burada birçok heyet ile görüşmelerimiz olurdu. Bir noktadan sonra yurtdışından gelen heyetlerin bize sormuş olduğu soruları ben daha önce bir yerlerde duymuş olduğumu fark ettim.
‘’CHP’nin bir milletvekili kendi ülkesinin onurunu Avrupa’ya şikayet etti’’
-Nerede duyuyordunuz?
Mecliste muhalefet milletvekilleri ile yaptığımız konuşmalarda dile gelen konular, bir baktım ki bana soru olarak gelmeye başladı. Demek ki burada bir temas var. Bir şeyler gidiyor ve geliyor. Hatırlayın CHP’nin diplomat kökenli bir milletvekili Avrupa’ya Türkiye’yi şikayet mektubu yazdı. Kendi ülkesinin hükümetini, kendi ülkesinin onurunu şikayet etti. Kendi içimizde biz her türlü tartışmayı yapalım, eleştirelim bunu yapıyoruz zaten. Yurt dışına gidip de siz nasıl olur da ülkenizi şikayet edersiniz. İşte anlamadıkları bu.. Vatandaşımız bunu çok iyi anlıyor. Orada yaşayan vatandaşlarımız bunların ne anlama geldiğini çok iyi anlıyorlar o yüzde seçim zaman geldiğinde oyunu ona göre kullanıyor. İngiltere’de Britanya’da yakın bir zamanda seçim oldu. Bu seçimden İngiltere’nin Muhafazakar Partisi, David Cameron sandıktan bir numara olarak çıktı. Tek başına iktidar oldu. 3 parti seçimi kaybetmiş oldu ve birisi de iktidar ortağıydı. Üçünün genel başkanı da bir saat içerisinde istifa etti. Bu oradaki bir demokrasi anlayışı.
‘’Hodri meydan birinci parti olamazsak bırakırız desinler’’
Türkiye’de niye yaşanmıyor bu?
Ben onu muhalefete soruyorum… Bizim Genel Başkanımız, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu ne dedi? ‘Ben seçimlerden birinci parti olarak çıkmaz isem bu koltuğu bırakırım çünkü kendimi başarısız addederim. Koltuğu başka bir arkadaşıma devrederim’ dedi. Peki muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve HDP genel başkanları niye söylemiyor bunları? Hodri meydan, buyurun… Hiç amasız, bahanesiz. Yüzde 35’ti hedefimiz, yüzde 26’ya indirdik tarzında böyle farklı argümanlarla değil. Seçime yüzde 35 ile başlayıp ondan sonra hedefinizi revize ediyorsunuz yüzde 26’ya indiriyorsunuz. Hodri meydan, buyursunlar ‘Eğer biz iktidar olamazsak genel başkanlığı bırakırız’ desinler.
‘’Hiçbir ülkede hiçbir siyasi parti koalisyon ile iktidar olmak istemez’’
-Dünya medyasındaki son dönemdeki özellikle koalisyon güzellemeleri var. Bizde de var. Bazı gazetelerde. Batı tecrübesini çok yakından bilen birisi eğitimi görmüş, gözlemlemiş, Sayın Erdoğan’ın yanında dış politika anlamında bütün müzakerelerde bulunmuş birisi olarak size soracağım. Koalisyon dünyanın en iyi yönetim şekli midir?
Açık ve net olarak söylüyorum, hayır. Hiçbir ülkede hiçbir siyasi parti koalisyon ile iktidar olmak istemez. İtalya yakın zamanda bununla ilgili kanun çıkardı. İşte Avrupa Birliği ülkesi koalisyon ile olmayacak diye kanun çıkardı. Ben AK Parti Dış İlişkiler Başkanlığı’nda görevim varken Manchester’a Muhafazakâr Parti’nin kongresine gittim. O zaman Sayın Cameron Liberal Demokrat Parti ile koalisyondaydı. İnanın o kongrede koalisyon ortağına söylediklerini siz ortağınıza söyleseniz ortaklık bozulurdu. Koalisyonda o kadar bir isteksizlik içerisindeler ki... Almanya’da da koalisyon oluyor ama tabi her zaman istek tek olmaktır. Financial Times, Newyork Times… İşte bunların yazdıkları makaleler, haberler farklı noktalara eleştirilere de getiriyorlar.
‘’Londra’da sokak olayları sırasında 3G’yi kestiler’’
Yine İngiltere örneği vereceğiz ama bakın Londra’daki sokak olayları olduğunda hatırlar mısınız? Ne oldu 3G’yi kestiler. İletişimi kestiler. Neden kestiler? Oradaki Vandallar, sosyal medya üzerinden sokak olaylarını çıkaranlar birbiri ile irtibat kurup organize olamasınlar diye. Bu İngiltere’de Londra’da oldu. Hani diyorlar ya Türkiye’de bazı şeyler demokrasi dışında, özgürlük dışında diye. Buyurun Londra’nın göbeği… İngiltere’nin başbakanı David Cameron ne dedi o dönemlerde? “Bizim sosyal ağları sosyal medyayı daha yakın takip etmemiz lazım. Burada bize sıkıntı doğurabilecek gelişmeler oluyor” dedi. Bunu İngiltere’nin Başbakan'ı söyledi. Neden bununla alakalı konuşmuyorlar.
“Yurtdışında örnekler varken muhalefetin sesi nerede?”
Ben yurtdışıyla alakalı örnek vermeyi sevmiyorum. Hiç hoşuma gitmez ama bu arkadaşlar yurtdışını sürekli örnek veriyorlar. Buyurun muhalefetin örneklerine yurtdışıyla cevap veriyorum. Hodri meydan. Cevap versinler. Onlar böyle yazarlarken böyle yaparlarken nerede sizin sesiniz? Almanya'da Hamburg olayları oldu. Ne kadar gördünüz medyada? Bugün Başbakanlık ve hükümet protesto edildi İngiltere'de. Polisin müdahalesini gördünüz mü yayınlarda? Niye BBC diyorum? Ben ne kadar sert bir müdahale yapıldığını BBC’de görmedim. Ama BBC Türkçe servisi adına bir hanımefendi Samsun’da mülakatlar yapmış. Samsun’un belli yerlerini gezmiş. Ben sesleniyorum buradan buyursun gelsin de benim programıma katılsın. Gitmiş belli yerleri gezmiş ondan sonra haber yapmış. AK Parti -O AK Parti demiyor ama onun söylediğimi ben söylemem- AK Parti bazı yerlerde Samsun’da oy sıkıntısı içinde diyor. Böyle bir haber yapmış. Ben hanımefendiye açıkça çağrı yapıyorum. Buyursun gelsin.
Ben bugün Vezirköprü’deydim ve ilk kez oy kullanacak aşağı yukarı on kişi ile görüştüm. Çok şükür kendilerinin bizimle olan ilişkisi ve bize olan teveccühlerini gördükçe gerçekten çok mutlu oldum. Belirli şeyleri anlatabilmişiz demek ki ama ben o hanımefendiye buradan sesleniyorum buyursun gelsin benim programıma katılsın da gerçeği görsün. Eleştiri yapsın. Objektif olsun. Sübjektif yapmayalım bu işleri. Bakın eleştiri yapmak sizin hakkınızdır. Ama hakaret asla, yalan haber asla. Bunun takipçisi oluruz. Siz eleştiri yaptığınız zaman bana da sizi eleştirme hakkı doğar. Niye ben de bir bireyim, benim haklarım var. Siz beni eleştiriyorsanız, ben de sizi eleştiririm. Hakaret ederseniz o zaman sizinle haklarım çerçevesinde demokratik haklarım, vatandaşlık haklarım çerçevesinde bağımsız mahkemelerde sizinle o zaman hesaplaşırız. Bu da benim en doğal hakkımdır. Hiç kusura bakmasınlar yani şimdi bazı Şeyler söyleniyor. Siyasetçi eleştiriye katlanmalıdır. Ağır eleştiriye katlanmalıdır. Siyasetçi eleştiriye katlanmak değil eleştiriden faydalanmak durumundadır. Bir kere onu doğru tespit edelim. Ama hakarete kusura bakmasınlar hiç bir insan evladı hiç bir insanoğlu hakarete katlanmak durumunda değildir.
“50 milyar doları bir gecede çaldırdınız”
Hakaret varsa gidersin hakkını ararsın. Bu iş de bu kadar basittir. Koalisyon konusuna gelince, bunu dillendiren kimler? Bizden önce koalisyonla Türkiye’yi idare etmeye çalışan ortaklardan bir tanesi mesela dillendiriyor. 3.5 senede bıraktınız kaçtınız. Bir gecede ülkede 50 milyar dolara yakın milli kaynak yok oldu gitti. Bunları bir hatırlayalım. En büyük milliyetçilik nedir? Ülkemize hizmeti yapmak, ülkenizin milli değerini korumak, ülkenizin kasasını korumak, onun milli gelirine ciddi anlamda sahip çıkmaktır. Buyurun, 50 milyar doları bir gecede çaldırdınız. Yok oldu gitti para. Nereye gitti? Bunu kimin sırtına yüklediniz? Milletimizin sırtına yüklediniz.
“Türkiye'de manşetle gelip manşetle gitme dönemi kapanmıştır”
Siz 5 yıllığına seçilmiştiniz, ne oldu da 3.5 senede gittiniz. Manşetleri hatırlayalım. Manşetler arasındaki zihniyette bir fark yok. Bugün bizim Gençlik Kollarımız “Eski Türkiye” diye bir gazete çıkarttı. Bunu da arkadaşlarımız şu anda vatandaşlarımızla paylaşıyorlar. Orada çok ilginç başlıklar gördüm. Bizim unuttuğumuz başlıklar. Bilmem hatırlar mısınız ? “Doğan Medya Grubu” söylüyorum açıkça “Hürriyet”. Yanlış hatırlamıyorsam 1992 yılında. İstanbul’daki çöp dağlarıyla ilgili olarak “kaldırın şu pisliği” diye manşet atmış affedersiniz. Kim kaldırdı? 1994’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan kaldırdı. Sonra “Muhtar bile olamaz” diye manşet attılar. Sonra ne oldu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı oldu. Demek ki Türkiye’de manşetten girilip, manşetten gitme dönemi kapanmıştır. Manşeti millet atar.
“Ben kendi ülkemin örnekleriyle yaşarım”
Genel Başkanımız, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu, meydan meydan, şehir şehir geziyor. Nerede bu muhalefet? Biz kendimizi milletimize anlatıyoruz. Başbakanımız konuların hepsini açık açık dile getiriyor, her şeyi konuşuyor, vaatlerini sıralıyor. Yeni bir Anayasa için koşturuyor. Biz hep ülkemizin geleceği ile alakalı konuları konuşuyoruz. Şunu da görmek istiyoruz, demokrasinin örneklerini, madem ki New York Times’dan vereceğiz. Onlar veriyorlar ya, o açıdan söylüyorum. Yoksa ben kendi ülkemin örnekleriyle yaşarım. Bizim milletimiz manşeti atar, biz kendi özgüvenimizle yaşarız. O zaman diyorum ki, madem oradaki örnekleri kendinize örnek alıyorsunuz, o zaman çıkın da diyin, “Biz eğer seçimden birinci parti oy çıkmazsak görevimizi bırakacağız” hodri meydan.
-18 yaş artık seçilme yaşı olduğuna göre, tabii ki siz genç bir siyasetçisiniz o yüzden gençlerle daha kolay irtibat kurabiliyorsunuz. Onların dilini daha kolay anlayabiliyorsunuz. Onlar bu eski Türkiye ile ilgili söylediklerinizden “Böyle bir Türkiye varmış, bize ne bu Türkiye’den, bundan sonraki Türkiye’de ne olacak” diyorlar mı? Öyle diyorlarsa siz ne diyorsunuz onlara?
Bize ne demiyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor. “Biz bunu biliyoruz” diyorlar. Bazı şeyleri hayretle karşılıyorlar. Çünkü biz bile bazı şeyleri unutmuşuz. Şunu söylüyorlar, “Biz bunu tecrübe etmek istemiyoruz. Bu zaten Türkiye’de tecrübe edilmiş. Biz başka bir yöne gidiyoruz. 2023, 2053, 2071 hedeflerimiz var” diyorlar. Şu anda bütün şehirlerimizde kurduğumuz üniversitelerle beraber eğitimlerini çok daha farklı noktalara taşıyorlar.
Biz memurun maaşını ödeyemeyen bir ekonomi devraldık. Bunu anlattığınız zaman, çok uzak geliyor. Şu anda 20 – 25 yaşında olan bir gence, “güzel kardeşim, senin devletinin daha şundan 14 sene önce memurunun maaşını ödeyemeyecek durumda olduğunu biliyor musun?” dediğin zaman ona hayret ediyor. Biz bunu şu anlamda söylüyoruz, nerden nereye geldik. Biz onlara şunu anlatıyoruz; Biz şu anda G20’nin dönem başkanıyız. Bunlar kolay işler değil. 15 sene önce 50 milyar dolarların, üç buçuk yılda kaçılıp gidilen hükümetler döneminde bunları söyleseydiniz, “15 sene sonra G20’nin dönem başkanlığını yapacağız” diye bize gülerlerdi. Biz şu anda gençlerimize “Biz Türkiye’yi 2023’de yani Cumhuriyetimizin 100. yılında Dünya’nın ilk 10 ekonomisi arasına sokacağız” diyoruz. “Bunu sizlerle yapacağız, bunu siz yapacaksınız” diyoruz. Biz onlara bu ufku, hayali veriyoruz. Sohbet ediyoruz.
“Gençler onları sokağa çağırmak isteyenlere sandıkta cevap verecek”
Gençler farklı noktalarda hep aykırı olmak ister, Gençlerin çok ciddi anlamlarda fikirleri ve heyecanı vardır. Şunu da unutmayalım, gençlerimiz sokak olaylarında olmak istemiyor. Huzurlu olmak istiyorlar. Onları sokağa çağıranlara cevap vermek istiyorlar. İşte verecekleri cevap da sandıkta olacak. Hatırlayın kimlerin kimi sokağa çağırdığını. 6 – 7 Ekim Kobani olayları. Gençlerimizi sokağa dökmek isteyenler şimdi bir nezaket kutusu içerisinde konuşup duruyorlar. Ama bunu saklayamazsınız. Bu ortada. Siz bu ülkenin vatandaşlarını sokağa çağırdınız. Siz bu ülkenin vatandaşlarına dediniz ki; “elinize taş alın, elinize sopa alın, elinize molotof alın.” Molotof demişken, emniyet güçlerimizle alakalı yapılan çalışmada muhalefetin nasıl karşı durduklarını gördünüz mü? Bunu herkes gördü Türkiye’de. Fakat yurt dışına gitmiş, tecrübe etmiş olan herkes şunu çok iyi bilir ki, orda ki kolluk kuvvetleri, sizin kamu düzenini bozmanıza asla müsaade etmezler. Bunları çok kolay basit şeylermiş gibi konuşup kenara atıyorlar.
Şimdi barış mesajları, kardeşlik mesajları, huzur mesajları veriyorlar. Peki niye o zaman çıkıp kendi belediyelerinin billboardlarında musluklardan kan akıyor. Bu nasıl bir zihniyettir. Bir kişi üzerinden, Sayın Demirtaş’ın üzerinden kampanya yapılmaya çalışılıyor. Hiçbir siyasi parti bir kişi üzerinden yürümez, bir ekip üzerinden yürür. Peki bu ekibin geri kalanı nerede? Onlar niye konuşmuyorlar? Geçen gün bir üyesi, bir televizyon programında birazcık kendisiyle ilgili konuşulunca hemen ağzını bozdu. Farklı noktalara tevessül etti. Neredesiniz? Ortaya çıksanıza. Biz bütün arkadaşlarımız, bütün adaylarımız meydanlarda, televizyonlardayız. Vatandaşımızın içerisindeyiz.
TRT Haber’de Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Sayın Demirtaş’ın yarın eline silah alıp dağa çıkmayacağının garantisi var mı” dedi. Sizin de Demirtaş ile ilgili böyle bir kaygınız, endişeniz var mı?
“Biz fikrimize güvendiğimiz için fikir hürriyetinden yanayız”
Ben hiçbir zaman, hiçbir dönemimde, siyasi hayatımın, özel hayatımın veya bürokratik hayatımın, bizim AK Partimizin de hiçbir döneminde hiçbir siyasetçimiz hak aramak için ve ya başka bir sebeple olsun “sokağa çıkıp, sokakta hak arayıp, cam çerçeve indirip, elinize taş alın, sopa alın, molotof alın” demedik, demeyiz. Demokratik hakkını aramak ve fikrini ifade etmek herkesin hakkıdır. Buna hiçbir itirazımız yok. Zaten bunun önünü açan, Türkiye’de geliştiren Ak Parti. Çünkü biz fikrimize güveniyoruz. Fikrimize güvendiğimiz için de fikir hürriyetinden yanayız. Aynı şekilde inancımıza da güveniyoruz. Onun için inanç hürriyetinden yanayız. Bunlar Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık döneminde dile getirdiği konulardır. Biz bunların önünü hep açtık ama şunu hiçbir zaman söylemedik, kamu düzenini bozmak, başkalarının hakkına sirayet etmek. Sizin özgürlük alanınız benim özgürlük alanıma kadardır. Bunu açık açık her zaman söyledik, bunda farklılık olmaz.
“Musluktan kan akan resmi asarsanız sizin ne olduğunuz belli olur”
Onun için farklı kelimelerle aynı şeyi söylüyoruz. Ben diyorum ki, sokağa çağıran kim? Olay çıkartmak için vatandaşlarımızı sokağa çağıran kim? Açık ve seçik ortada. Bunu hiç kimse saklayamaz. Hiç kimse de etrafından dolaşamaz. Sizi takip eder bu söyledikleriniz ve yaptıklarınız. Dolayısıyla o musluklardan kan akan resimleri oraya astığınız anda sizin neden yana olduğunuz açıkça ortadadır. Geçen gün Hakkari havalimanı açılışı oldu. Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız beraberce açılışı yaptılar. Sayın Demirtaş orada kurdele kesmek istediklerini söylemiş. Peki nasıl iki sene geciktirmiş olduğunuzdan dolayı mı kurdele kesmek istiyorsunuz orada? O kadar büyük bir yatırım oraya yapılırken, iş makinelerini yaktığınız için mi orada kurdele kesmek istiyorsunuz? O iş adamlarını kaçırdığınız için mi böyle şeyler yapıyorsunuz? Onun için mi kurdele kesmek istiyorsunuz? Biz orada emniyet güçlerimizle çok yakın bir çalışma yaparak bu havalimanın bitmesi için yoğun bir çaba sarf ettik. Dolayısıyla lütfen bir şeyleri dile getirirken vatandaşlarımızı da saf zannetmeyin. Bizim milletimiz her şeyi görüyor, her şeyi biliyor. Ondan dolayı da sizin cevabınızı 7 Haziran’da sandıkta verecektir.
“Seçim sandığından hangi sonuç çıkarsa siz ona saygı göstereceksiniz”
Biz, demokrasinin tecelli ettiği yerin sandık olduğunu söylüyoruz. Geçen gün sandıktan çıkamazsak sıkıntı olur gibi bir şey dediler. Seçim nedir? Demokratik bir yarıştır ve milli iradenin tecelli ettiği yer seçim sandığıdır. Seçim sandığından hangi sonuç çıkarsa siz ona saygı göstereceksiniz. Çıkan sonuç neyse ona göre işinizi, görevinizi yapacaksınız. Tehdit etmek ne demek! Biz siyaset yapıyoruz. Biz vatandaşımızla beraber aynı yolda yürüyoruz. Bizim kimseyi tehdit etmek gibi bir şeyimiz olamaz. Böyle bir şey olabilir mi? Biz işimize bakacağız.
Yabancı gazetelerde yazılan makalelerde bu da vurgulanıyor. Seçimlere hile karıştırılacağı konusu 2009’dan itibaren daha da yoğunlaştı ve 2011’ de geçen sene Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde… Seçim günü yüz binlerce insanın aktif olduğu, sandığı bizzat takip ettiği ve devletin görevlerinin içinde olduğu hile sonucu saptırmak kaderi etkileyecek düzeyde… Böyle bir eylem gerçekten mümkün olabilir mi?
Her siyasi partinin sandık müşahitleri vardır. Her siyasi parti o sandığın başında görevlilerini bulundurur. Sizin de dediğiniz gibi devletin de görevlileri olur. Kolluk kuvvetleri zaten oradadır. O açık bir şey… Herkesin gözü önünde cereyan eden bir şey. Sayımlar esnasında sandık açıldığı zaman yine siyasi partilerin bütün temsilcileri orada oluyor. Bu nasıl bir şeydir. O zaman ben de şunu söyleyeyim X ülkede seçime hile karıştırılmıştır. Ben bir iddia atayım ortaya. Kanıt nerede, delil nerede? Uluslararası gözlemcilerden bahsediyorduk. Bizim uluslararası gözlemcilere ihtiyacımız olduğu için değil ama bu normal prosedürdür. Bizde çünkü bizim milletvekillerimizde, örneğin ABD’deki başkanlık seçimlerini de bizim milletvekillerimiz oraya gidip takip ettiler. Bu her zaman yapılan bir şeydir. Onlar Türkiye’ye gelip onlarda takip edecekler, bakacaklar. Hiç kimseden bizim çekincemiz yok. Türkiye seçim yapmayı gerçekten yıllar yıllı artık çok iyi yapıyor. Artık bu konuda hiç bir şüphe yok. Avrupa raporlarında da her yerde bunların raporları mevcuttur. Bu abesle iştigaldir. Bu artık işi bulandırmaya çalışmaktır. Bir şekilde algı operasyonu yapmaya çalışmaktır ama dediğiniz gibi bu yurtdışındaki bazı yazılarla örtüştüğü zaman, iki kere iki dört. Burada hepimizin bir aklı, zekası var. Kimse kusura bakmasın, ben şunu görüyorum, demek ki buradan bir şeyler söyleniyor oraya ki birileri bu söylenenlere itibar ediyor ve bunlar orada yazıyor. Yoksa siz 10 bin kilometre öteden Türkiye’deki yaşananların veya yaşanacak olanların tahminini yapıyorsunuz? Nasıl oluyor bu işler?
Bugün bir yerde ismini vermeyeceğim ama yani sizin belli bir rakamı kendiniz için başka bir siyasi parti için ayarlayacak şekilde sandıklara müdahil olacağınıza dair birşey okudum. Ben yine teknik olarak söylüyorum siz hani yıllardır siyasetin içinde bulundunuz bunca seçim takip ettiniz. Böyle birşey mümkünse teknik olarak yada müdahil olmak anlamında, mümkün mü?bunu gerçekten merak ediyorum
Nasuhi Bey, böyle birşey mümkün değil, çünkü bakın seçim sandığı ortada , vatandaşımız gidiyor oyunu kullanıyor. Siz müşahitler olarak oradasınız sandığın başındasınız. Kimse gelip size bir oy zorlaması yapamaz. O verdiğiniz oy bellidir. Sonra o sandık oradaki bütün müşahitlerin gözü önünde açılıyor ve orada sayılıyor. Siz bunun neresinde neyine müdahele edeceksiniz. Hata olur o ayrı şey ama zaten ozamanda itiraz ediyorsunuz. Olur ya seçimlerde bazen itirazlar oluyor. Bazı sandıklarda itiraz oluyor deriz ki biz bunu kabul etmiyoruz, bir daha sayılsın. Sayılır edilir bunda hiçbir sıkıntı yok.
Ama öte yandan başka bölgelerde başka bir şantaj başka bir tehdit var. O hiç konuşulmuyor.
O var orada seçmenin iradesi üzerinde bir tahakküm kurmaya çalışanlar var. Terör örgütünün burada bir tahakküm kurmaya çalışması var. Bunla alakalı olarakda biliyorsunuz biz bir kanun değişikliği yaparak kolluk kuvvetlerimizin seçimsandığının olduğu yere kadar girebilmesini sağladık ki böyle bir baskı olmasın. Orada gitsin vatandaşımız hür iradesiyle oyunu kullansın. Tabi şimdi şunu da iyi hatırlattınız. Batı bölgelerimizde siyasi partiler HDP miting yapıyor ay yıldızlı bayrağımız var. Güneydoğuda ve doğuda miting yaparken ay yıldızlı bayrağımız yok. Niye, bunun bir cevabını versinler. Biz Ak Parti olarak Türkiye’nin her yerinde ay yıldızlı bayrağımızla ve kendi parti bayrağımızla mitingimizi yapıyoruz. Hiç bunda birşey yok. Geçmişte hatırlayın Cumhuriyet Halk Partisi belli bölgelerde miting yaparken Türk bayrağı kullanamadı. Biz her mitingimizde ay yıldızlı Türk bayrağımız, parti bayrağımız beraberdir. Hiç bunda biz ne farklı bir duruşumuz olur ne tavizimiz olur.Çünkü bu bizim bayrağımız. Tek bayrağımız. Ama farklı bölgelerde hem farklı konuşanlar var, hemde farklıenstrumanlar kullananlar var. Bazı yerlerde bayrağımızı kullanamıyorlar, bazı yerlerde bayrağımızı kullanıyorlar. Neden bunu görmüyorlar. Şimdi bir medya grubu diyorki biz tarafsızız. Ozaman bunu gör. Burdan ben size söylüyorum. Bunun haberini yapın. Sorsunlar neden batı bölgelerinde Türk bayrağını kullanıyorsunuz ama Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptığınız toplantılarda Türk bayrağını kullanmıyorsunuz. Neden batı bölgelerindeki konuşmalarınız farklı neden Orta Anadoludaki konuşmalarınız farklı neden doğu Güneydoğu ve doğudaki konuşmalarınız farklı. Bunu sorsunlar ve cevabınıda bir alalım.
Her seçimde vatandaş farklı beklentilerle gider 2009’da farklı gitmiştir, 2011’de farklı gitmiştir. 7 Haziran 2011 seçiminde sizin seçmeniniz, genel olarak Türkiye seçmeni hangi beklentilerle sandığa gidecek? Sizin sahadan gözlemlediğiniz nedir?
8 Haziran günüyle ilgili olarak benim sahadan gözlemlediğim şu: Bir, öncelikle artık ülkemizdeki 1980 darbesi sonrası yazılmış ve sivil olmayan, her tarafı artık değiştirilmiş olan anayasanın Türkiyemizi ileriye götürecek kabiliyette kapasitede olmadığını düşünüyorum. Zaten 2011’de hatırlarsanız ozaman Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanımız demişti ki biz yeni bir anayasa yazacağız, yeni bir anayasa yapmak istiyoruz. Diğer siyasi partilerin de bu anlamda vaatleri olmuştu. Hatırlayın bir komisyon kurulmuştu. Bütün siyasi partilerimizin, aldığımız oy oranlarına göre değil eşit temsili olmuştu. Fakat orada kimin masadan kaçıp kimin kaçmadığı ortada. Şimdi biz diyoruz ki vatandaşımız artık bu yeni anayasayı, sivil anayasayı istiyor. Biz bunu yapmak üzere, talibiz. Yapacağız inşallah. Vatandaşımız bunu istiyor. Vatandaşımız artık sistemsel anlamda da Türkiye'nin daha hızlı yönelmesi gerektiğini düşünüyor. Çünkü 2023 hedeflerimize daha hızlı ulaşmamız gerekiyor. Vatandaşımız şuanda temeli oluşturulmuş olan belli ekonomik kalkınmanın daha üste çıkmasını istiyor. Biz bunun için çalışıyoruz.Yani Türkiyemizin ihracatının geldiği noktanın, katma değer üretiminin geldiği noktanın yükselmesi ve milli iradenin temsilinin en iyi şekilde yapılması. İstikrarın ve güvenin sağlanması. Vatandaşımız bunu istiyor bunun talebi içerisinde. Kardeşliğimizin, birliğimizin ve beraberliğimizin teminatı olduğumuzu…Bunu istiyor artık. Bakın biz üç genel seçim, üç yerel seçim, iki referandum birde Cumhurbaşkanlığı seçiminden başarıyla çıkmış bir siyasi partiyiz. Şimdi onuncu seçimimize giriyoruz. Allahın izniyle bundan da başarıyla çıkacağız ama bizim siyasi kadrolarımızdan İki Cumhurbaşkanı, üç tane Başbakan bu ülkenin, Türkiye’nin yönetiminde bulundu.
İşte bunlar istikrarın, güvenin temsili olan, aynı zamanda huzurun ve barışın temsili olan şeyler. Türkiyemizinuluslar arası anlamda temsilinin ne noktada olduğu ortada. Bizim dış politikamız Sisi ve Esed üzerine kurulu değil. Türkiye’nin gücünün üzerine, tarihinden ve medeniyetinden almış olduğu sorumluluğun üzerine kurulmuş bir dış politikamız var. Mazlumların, doğruların yanında olan bir dış politikamız var. Onun için Türkiye’nin temsilinin önemli olduğunu söylüyoruz. Onun için diyoruz ki Avrupa Birliği içerisinde olmamız önemli diyoruz. Çünkü biz belli bir medeniyeti temsil ediyoruz. Onun birlikteliğinin ve beraberliğinin önemli olduğunu biliyoruz. Bunu sürekli dile getiriyoruz. Bu anlamda bizim seçmenimizin beklentisi dünya toplumları içerisinde önemli bir yerde olmamızdır. Biz de bunun üzerinde çalışıyoruz. En önemlisi şu: Şu anda elde etmiş olduğumuz kazanımlarımızın daha da gelişmesidir. Vatandaşımız bunu istiyor. Hem ekonomik anlamda, hem sosyal anlamda özgürlükleri kimin getirdiğini çok iyi biliyor. Özgürlük anlamında onların yanında kimin durduğunu,İfade özgürlüğü, kişisel haklar ve demokratik haklar anlamında olsun…Bazı şeyleri kolay unutuyoruz. Eğitim hakkının belli bir kesimin elinden alındığını unuttuk. Unutalım da zaten. Biz bunu bir daha yaşamak istemiyoruz. Sadece şunu bilelim: Herkesin eşit anlamda üniversiteye gidebileceği kazanımları kimin kazandırdığını hatırlayalım. Kimlerin bunun karşısında durduğunu hatırlayalım ve iyi bilelim. İkna odalarında kimin kimlere neler yaptığını iyi hatırlayalım. Başörtülü kızlarımızın üniversite kapılarından geri çevrildiği günleri hatırlayalım. Şimdi diyorlar ki bunları neden hatırlatıyorsun? Neden hatırlatmayacağım? Toplumun aslında gündeminde olmayan, suni olarak topluma dayatılmaya çalışılan bu konuyu biz çözdük. Biz bunu gündemden kaldırdık. Muhalefet konuştuğu zaman şunu söylüyor: Yaptılar, şunu gerçekleştirdiler. Biz daha fazlasını yapacağız. Biz her zaman ne diyoruz? Türkiye’yi belli bir sıçrama noktasına getirdik ve bundan sonra Türkiye sıçrayacak. Bundan sonra daha da hızlı ilerleyecek. Biz şunu söylüyoruz: Vatandaşlarımızla samimi anlamda birlikte olalım. Seçimden seçime değil, yapay anlamda değil, seçim vaadiyle onların önünde olan değil. Her zaman onlarla olan yanında olan, birlikte olan ve onların dilinden konuşan ve anlayan ve her zaman onların taleplerini öne çıkaran bir yapıda olalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanlık divanında Gazi Mustafa Kemal’in bir sözü yazar : “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Biz egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu haykırıyoruz ve bunu söylüyoruz.
Dün 27 Mayıs’ın 55. Yılıydı. Türkiye tarihinin en acı darbesi ve 3 siyasi cinayetle sonuçlanmış bir darbeydi. Siz de ailesi darbelerden mağdur olmuş bir siyasetçisiniz. Bunu da içine alarak, önümüzdeki dönem gençlere, yaşlılara, seçmeninize ve Türkiye’ye “ Artık Türkiye bu tür vesayetlerden, bürokrasinin içindeki paralel yapılardan, aklınıza gelebilecek tüm vesayet odaklarından kurtulabilecek” mesajını verebiliyor musunuz ?
Tabi ki kurtulacak. Şu anda parlamenter sistemle alakalı bir savunuculuk içerisinde olan siyasi parti liderlerine ve siyasi liderlere şunu sormak istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi parlamenter sistemi milli iradenin temsilcisidir değil mi? Orada milletvekillerimiz, bizler parlamentoda oluşturduğumuz ortamla milletin iradesini temsil ediyoruz. Seçim sandığına da ne diyoruz? Seçim sandığından çıkan sonuç bizim için değerlidir, biz seçim sandığından çıkan milli iradeye hürmet ederiz. Buradan çıkacak sonuç kayıtsız şartsız milletimizin kararıdır. Peki yüzde 47 ile iktidara gelmiş siyasi parti hakkında gazete kupürleri üzerinden kapatma davası açıldığında o gün parlamenter sistemi candaş bir şekilde savunduklarını iddia edenler neredeydi? Sokakta ordu göreve diye pankartlarla yürünürken nerelerdeydi? 2010 Referandumunda siyasi parti kapatmasını tamamen ortadan kaldıracak anayasa değişikliğini ortaya koyduğumuzda neden hayır oyu verdiler? Samimiyet… Yaptığınızla söylediğiniz lütfen birbiriyle örtüşsün. Samimi değilseniz hiçbir yere varamazsınız. Dolayısıyla bu tip çıkışlarınız sizin nerede durduğunuzu, nasıl olduğunuzu ortaya koyar. Bende şu anda siyasi hayatı içerisinde darbeler konusunda mağdur olmuş bir ailenin temsilcisiyim. Samsun’da 5 dönem milletvekilliği yapan ve hala çok büyük hayırla hatırlanan, yad edilen rahmetli büyük babam 1980 darbesinde yasaklandı. Siyasi hayatı bitti. Biz artık Türkiye’nin geleceğinde ve bugününde böyle darbelerin olmasını asla kabul etmiyoruz ve olmayacak. Biz bu noktaya geldik ve bu sağlandı. Hamdolsun Türkiye’de bu tip bir şeyin düşüncesi dahi çok çok uzaklara gitti. Hiç hatırlanmayacak noktalara geldi. Dolayısıyla biz bundan eminiz. Bu anlamda gençliğimiz de bunu çok büyük ve derin şekilde sahipleniyor. Gençlerimiz asla böyle bir şey istemiyoruz diyor. Bize gönül veren gençlerimiz de aynı şeyi söylüyor, başka siyasi partilere gönül veren gençlerimizde aynı şeyi söylüyor. Önemli olan zaten budur. Türkiye’mizin geleceği ile ilgili kararlarda bir olmak, beraber olmak, birlikte durmaktır önemli olan. Biz gençlerimizin arasında sadece huzur, barış ve kardeşlik istedik. Biz onun için gençlik projelerimizde yaptığımız çalışmalarda doğudan batıya, batıdan doğuya, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye Türkiye’nin her bölgesinden gençleri bir araya getirdik. Onların birbirlerini daha iyi tanımasını sağladık. Artık bu vesayet günleri geçmişe gitti, bitti bunlar. Biz bunun en iyi şekilde sağlanmasını ve sağlamlaştırılması için çabalıyoruz. Gençlerimiz de bunu gayet güzel görüyorlar. Bu noktada hiçbir sıkıntı yok. Bu anlamda genç kardeşlerimizin, özellikle de ilk kez oy kullanacak genç kardeşlerimizin ve aynı zamanda Türkiye’mizin geleceğiyle alakalı katkı sağlayacak olan genç kardeşlerimizin bir bilgi birikimiyle bu noktaya geldiklerini düşünüyorum. Baktığınız zaman, hükümete gibi yapılmış olan darbeler aslında millete yapılmıştır. Meclisten almış olduğu milli iradeyi temsil yetkisiyle kurulmuş olan hükümete yapılan darbe millete yapılmıştır. Dolayısıyla biz şunu söylüyoruz: Bizim milletimiz artık kendini yönetebilen ve egemenliğin kayıtsız şartsız kendinde olduğunu haykıran bir millettir. Bundan sonra da bundan farklı hiçbir şey olmayacaktır.